Ekonomi teorisini ve temel prensiplerini üniversite sıralarında öğreneli bakıyorum neredeyse çeyrek asır olmuş. O günden bugüne bazı şeyler hiç değişmezken, kimi konular da devrim olabilecek kadar sorguya açık hale gelmiş durumda. Nasıl mı? Örneğin, bize ilk öğretilenlerden biri şuydu, “İhtiyaçlar sonsuzdur, bunları karşılamak için gerekli kaynaklar kıttır. Kıt veya sınırlı olan girdilerle üretime başlanır, ortaya çıkan ürün de tüketilmek suretiyle yok olduğu veya atığa dönüştüğü için yine kıtlık sonucuna hizmet eder.” O zamanlar belki teknoloji olarak da yeterli öngörü gelişmediği için, işletme yönetimleri bu esas üzerine kuruluydu.
Evet ekonomi teorisinin temelleri, kaynakların kıt olduğu prensibine dayalıydı ancak bunun kıtlığı önleyici bir faydası olmadı. Zira doğayı, kaynakları ve insan yapımı ürünleri son derece kötü kullanarak ve israf ederek insanlık olarak artık sadece teoride kalmayan bir kıtlık içinde olduğumuzu nihayet farkettik. Ne zaman mı? Tehlike çanları çalmaya başladığında… İklim değişiminden tutun da doğal kaynakların yenilenmesini durduran harabiyete kadar kendimize karşı bir canavar yarattık. Üstelik bu tehditle savaşmak ve onu ortadan kaldırmak için işletmelerin yönetimi kadar onların ürün ve hizmetlerini alan tüketicilerin alışkanlıklarına kadar uzanan bir değişim bizi bekliyor.
İşte bu nedenle sıkça duymaya başladığımız döngüsel ekonomi çok önemli ve bu konudaki farkındalık artık bir varoluş meselesi. Pandemi ile birlikte halihazırda evrensel değerlerimizi tekrar hatırlamışken ve tek başına bireyler, ülkeler ve şirketler olarak hayatta kalma mücadelesinin yerini birlikte şifalanmak almışken, döngüsel ekonomi ortak faydaya ve iş birliklerine büyük ivme kazandıracaktır. Fark yaratmak isteyen işletmeler için de mükemmel fırsatlar barındırıyor.
En çok enerji, altyapı ve doğal kaynaklar sektörlerinde kendini gösteren bu yaklaşım aslında birçok işletme için küçük adımlarla hayata geçirilebilir. Öncelikle bir teşhis çalışması yapılabilir. Üretimin ilk ayağı olan hammadde girdilerinin kullanımdan sonra tekrar üretime dahil edilebilme olanakları ve bu konudaki teknolojik gelişmeler değerlendirilebilir. Üretim süreçlerinin optimum sürede ve minimum atık veya zayi ile tamamlanması konusundaki geliştirmeler bir diğer odak konusu olmaya aday. Ayrıca birçok üretim prosesinde yan ürün, ara ürün veya atık olan çıktılar üzerinde Ar-ge yapılarak, üretimde tekrar kullanılabilir, satılabilir, veya farklı şirketlerin girdisi olarak değerlendirilebilir. Bunların hepsi işletmelerin içsel olarak yapılabileceklerle ilgili. Elbette bir de gözden geçirmemiz gereken bir dış çevre var, tedarikçi, müşteri, stratejik iş birliği ve çözüm ortakları gibi.
Döngünün tüketici tarafına geçtiğimizdeki soru ise şu, “Ürünün kullanım ömrünün sonunda tamamen çöpe atılmasının ve doğaya zarar veren sonuçlarının önüne nasıl geçebiliriz?” Geri dönüşümü destekleyen şirket uygulamaları tüketici nezdinde de ürünün çöpe atılması yerine şirkete geri dönmesini sağlayıcı nitelikte olmalıdır. Geri dönüşüme uygun ambalajların kullanımı, elektronik cihazların geri dönüşümü, kağıt ve cam gibi malzemelerin geri dönüşümle tekrar üretime kazandırılması gibi uygulamalar sıkça duyduklarımızdan. Eminim, döngüsel ekonomi prensipleri şirketlerde daha çok odak noktası oldukça çok daha fazlası yapılabilir. Üstelik bu konulardaki ar-ge yatırımları devlet teşvik ve hibeleriyle desteklendiğinde, neden olmasın?
Diyeceğim o ki, döngüsel ekonomi sadece çevrecilerin veya sürdürülebilirlik uygulamaları ve söylemleri olan dev şirketlerin bir meselesi değildir, hem bireyler hem de her ölçekten işletmeler için artık kendi yarattığımız canavara karşı bir hayatta kalma mücadelesidir. Hepimizin üzerine düşenler var!
Sevgiyle ve sağlıcakla kalın,
Belma Öztürk Gürsoy
ActionCOACH İşletme Koçu